Bilim geliştikçe artık arı ve arı ürünlerinin insan üzerindeki etkisini her geçen gün daha iyi anlamaya ve öğrenmeye başlıyoruz. Gerçi, tarihte bir çok insan arılardan tedavi olduğu ve arı ürünleri ile bir çok hastalığı yendiği görülmüştür. İşte günümüzde modern çağın teknoloji ile harmanlanarak apiterapi nedir ve nasıl yapılır konusu irdelemeye ve açıklamaya çalışacağız.
Apiterapi Nedir: Arı ürünlerinin bir yada birden fazla hastalığın önlenmesi yada iyileştirilmesi amacıyla kullanılması şeklinde tanımlanabilir. Her geçen gün sonuçlanan araştırmalar toplumların dikkatini bu konu üzerine çekmekte ve özellikle Uzakdoğu ülkelerinde başlayan ve dünyada hızla gelişen arı ürünleri ile tedavi yöntemleri hızla yaygınlaşmaktadır. Hatta, başta Japonya, Doğu Asya ülkeleri, Amerika, Kanada gibi ülkelerde apiterapi merkezleri kurulmuştur. Bu bölümde arı ürünlerinin insan sağlığı açısından önemi ve apiterapi de kullanımına yer verilecektir.
Bal İle Yapılan Apiterapi: Balın fizyolojik özellikleri ve kullanımı konusunda yüzlerce literatür bulunmaktadır.
Bal bir doğal enerji kaynağıdır. Bu nedenle çocuklar, yaşlılar, sporcular, hasta ve düşkünlerle birlikte normal sağlıklı insanlar tarafından da severek ve bilinçli olarak tüketilmektedir. Bal kemiklerde Kalsiyum fiksasyonunu artırmaktadır. Bal iştah artırmakta, enerji ve direnç kazandırmaktadır. Balın besin içeriğinin insan sağlığına etkisinin yanısıra olağanüstü bir özelliği de vardır ki, bu özellik antimikrobiyal aktivitesidir. Balın bu özelliği nedeniyle Hipokrat zamanından beri hastalıklarda tedavi edici bir araç olarak kullanıldığı bilinmektedir. Eski Mısırlıların; cerrahi pansumanda, göz iltihaplarının tedavisinde, Çinlilerin ve Hintlilerin de; çiçek hastalığının yayılmasını önlemede hasta vücudunu bal ile kapladıkları bilinmektedir.
Orta çağda, yara ve yanıkların bal ile tedavi edilmesi, kulak iltihabında; kulağa balın akıtılması, difteri vakalarında; çocukların ağız ve boğazlarına içten balın sürülmesi ilginçtir. Bazı Nijerya yerlileri balı halen öksürük kesici olarak kullanmaktadırlar. İnsan vücuduna etki eden çoğu mikroorganizma balda yaşamını sürdürememektedir. Bal, temas ettiği mikroorganizmaları öldürdüğü gibi içerisinde de barındırmamaktadır. Öyle ki Mısır piramitlerinde bulunan ve Postum’da M.Ö. 6. asra ait çömlekler, içindeki balların biraz katılaşmakla beraber vasıflarını hiç kaybetmemesi, balda mikroorganizmaların yaşayamadığını tarihi bir gerçek olarak göstermektedir.
Tıbbi literatürde, İngiliz ve Amerikan hastanelerinde birinci sınıf mikrop öldürücü olarak bal kullanıldığını, Almanya’da yara ve soğuk algınlıklarından kaynaklanan hastalıklarda, baldan bu yönü ile istifade edildiğini görmekteyiz. Alman Dr. Zaiss’in mikrop öldürücü olarak balı tentürdiyot ‘a tercih ettiğini belirtmesi de ilginçtir.
Balın yaraların ve enfeksiyonların iyileşmesini sağlamak için kullanımı 1981yılında Dünya Sağlık Formu tarafından da önerilmiş olup, Pharmaceutical Journal’da (Eczacılık Dergisi 1982) apse, çıban, göz yangıları, ishal, üriner sistem enfeksiyonları, dizanteri etkeni, deri ve ağız içi enfeksiyonlarına antimikrobiyal etkisinin olduğu rapor edilmiştir.
1992’ de yayımlanan Bee World dergisinde, balın antimikrobiyal aktivitesi ile ilgili orijinal makalede Kur’an-ı Kerim’de ki konu ile ilgili ayetler verilmiş ve bu doğa üstü gıdanın insanlar için şifa kaynağı olduğu açıklanmıştır.
Balların antimikrobiyal aktivitesi için farklı mekanizmalar ileri sürülmüştür. İleri sürülen mekanizmalardan biri, balın sahip olduğu yüksek şeker konsantrasyonudur. Bir diğer sebebi de balda enzimsel olarak üretilen H2O2’dir. Üçüncü olarak da balın düşük pH’sıdır (ort. 3.2-4.5). Balın çeşitli hastalıklara karşı tedavi edici özelliğini incelemek amacıyla birçok araştırma yapılmıştır. Bu konuyla ilgili ilgi çekici çalışmalardan birisi 1991’de King Suud Üniversitesi tarafından yapılanıdır. Yapılan bu çalışmanın sonunda gastrit ve oniki parmak bağırsağı ülserine sahip hastalara, alternatif bir tedavi olarak balın tek başına veya antimikrobiyal bir ajanla uygun bir bileşiminin kullanılması önerilmiştir.
Farklı bal tiplerinin antimikrobiyal etkileri arasında büyük değişiklikler vardır. Floral kaynakları farklı olan ballarda görülen varyasyon asitlik, ozmolarite, H2O2 ve diğer komponentlerin farklılığı nedeniyle olmaktadır. Lavanta, karahindiba, balçiği, ve kolza balları yüksek antimikrobiyal aktiviteye sahipken orman gülü, okaliptus ve portakal nispeten düşük aktivite göstermektedir. Balın antimikrobiyal etkisini destekleyen bir başka bildiriş te , eşit miktarda bal, çavdar unu ve zeytin yağı karışımı ile hazırlanan kremin günde üç kez kullanımı ile inek ve atlarda görülen ve kangrene dönüşen yaraları dahi tedavi ettiği sonucuna varan Lucke’nin bildirişidir( Lucke, 1935). Bal, karaciğer rahatsızlıklarında da başarı ile kullanılmaktadır. Bu başarıda balın antimikrobiyal etkisinin yanında, fruktozun doku ve kasları yumuşatıcı ve gevşetici özelliği de önemli sayılabilir.
Balın çeşitli araştırmalar sonucunda, doku oluşmasını hızlandırdığı, yara ve yanık izlerini azalttığı (Arman, 1980; Dumronglert, 1983), bazı ülkelerde doktorlar tarafından katarakt ve kojuktivit ile bazı kornea rahatsızlıklarında başarı ile kullanıldığı bildirilmektedir (Mikhailov, 1950). Ayrıca kornea ülserinin de saf bal ile veya vazelin yerine bal ile hazırlanan % 3 lük sulphidine pomadı ile başarılı bir şekilde tedavi edildiği görülmüştür. Şeker Hastalığı ve Bal Zaman zaman hakiki (!) balın şeker hastalığına iyi geldiği şeklinde yazılar çıkmakta veya söylentiler duyulmaktadır. Bunun bilimsel bir dayanağı yoktur ve yanlıştır. Bal da kan şekerini yükseltir ve fazla alındığında şeker hastalarını komaya sokabilir. Ancak eşit miktarda alınan bal, kan şekerini çay şekerine oranla daha az yükseltmektedir. Bu nedenle şeker yerine az miktarda bal kullanılabilir.
Polen İle İle Yapılan Apiterapi: Polenin insanlar tarafından ilk kullanımı Eski Çin, Pers, Mısır ve Yunanistan’da olmuştur. Hurmanın poleninde gonatotropik hormonların bulunması, Bedevilerin kısırlık tedavisinde bu bitkinin polenini kullanmalarını doğrulamaktadır. Polenin, doğal bir besin kaynağı olması nedeniyle Avrupa’da insan beslenmesinde kullanımı hızla artmaktadır. Avrupa ülkelerinde son 30 yılda yapılan bilimsel çalışmalar ve klinik test sonuçları, polenin prostat, alerjik hastalıklar ve kanser türlerine etkisi üzerinde yoğunlaşmıştır( Dennis, 1966 ).
Polen insanlar tarafından günlük olarak protein, vitamin ve mineral madde gereksinimini karşılamak için doğrudan doğruya kullanılabilmektedir. Ayrıca besleme amacıyla az miktarda alınan polenin sinerjik etki yaparak pek çok yarayışlı maddenin karşılıklı etkileşmesi ile metabolizmayı ve sindirimi iyileştirmekte olduğu bildirilmiştir( Krell, 1966 ).
Günümüzde bilimsel içerikli olmayan birçok sağlık dergilerinde polen tüketiminin etkileri ve yararları ile ilgili yazılar göze çarpmakta, polen içerikli birçok ürünün insanlarda müzmin hastalıkları iyileştirici ve tedavi edici özellikleri konusunda görüşler bildirilmektedir. Bu sonuçlar , hastalık belirtilerinin polen kullanımı ile kaybolduğuna tanık olan bazı doktorların ve ilgililerin bilimsel anlamda tam olarak kanıtlayamadıkları hususlar olup üzerinde önemle durdukları bilgilere dayanmaktadır( Tablo 4). Polenin sağlık konusunda en önemli etkisi kronik prostat hastalığı ile ilgilidir. Polenin prostat rahatsızlığı sonucu oluşan ateşi düşürdüğü rapor edilmiştir ( Dennis, 1996 ). Polenin prostat hastalığını tedavide tam olarak neye yaradığı bilinmemektedir. Ancak polenin yüksek seviyede çinko içermesi ve prostat salgılarının çıkmasında çinkonun anahtar element olması dikkat çekicidir. Yapılan bir denemede, kronik prostat vakalarında 3 ay süreyle denenen polen % 92 başarı sağladığı görülmüştür.
Polenin bir diğer etkisi X ışınlarına karşı koruyucu etkisi olmasıdır. (Wang,1984 ). Bu konuda yapılan çalışmalar polenin radyasyonun olumsuz etkilerini azalttığını göstermektedir.Polenin aynı zamanda lösemi vakalarında oldukça etkili olduğu rapor edilmiştir. Polenin kansere karşı olumlu etkisinin nedeni, yapısında bulunan yüksek seviyedeki karotenoidlere bağlanmaktadır. Polenin, hayvanlara besin olarak verilmesi de olumlu sonuçlar vermiştir. Örneğin tavukların yemlerine %2.5 polen eklendiğinde istatistiksel olarak önemli ölçüde yemden yararlanmayı artırmıştır.
Arılar tarafından toplanan polenin değişik oranlarda antibiyotik içermesi, bağırsak ve kan hemoglobini üzerinde olumlu etkiler sağlamaktadır. Bazı raporlar da polenin cinsel hormonları beslediği ve uyardığı belirtilmiştir. Bu nedenle özellikle gençlerin gelişme çağında beslenmesinde polen tüketimi büyük yarar sağlayacaktır.
Polenin solunum sistemi üzerinde de olumlu etkisi vardır ki; 110 mg polen extraktı ve 100 mg aspirinden oluşan fluaxin ticari isimli preperatın soğuk algınlığı ve gribe karşı başarılı sonuçlar verdiği bildirilmiştir.(Hanssan, 1979)
Polonya’ da 8-12 yaş grubu çocuklarda yapılan araştırmalara göre günde 20 g polen verilen öğrenciler ile polen verilmeyen öğrenciler arasında önemli derecede farklılıklar meydana gelmiştir. Polen alan öğrencilerin kan ile ilgili bütün değerlerinde artış saptanmış ve organizmada genel fizyolojik durum ile vücut direncinde iyileşme görülmüştür. Sinir sistemi üzerinde ki etkileri de dikkate değer bulunmuştur. Yine Polonya Farmakoloji ve Toksikoloji Enstitüsü tarafından yapılan araştırmalar sonucu polenin lipit (yağ) metabolizması bozukluğunda, kan serumunda ki trigliserit düzeyinin düşürülmesinde oldukça etkili olduğu belirlenmiştir. Çeşitli bildirişler de polenin kronik kolit, mide ülseri, mide kanaması, kronik ishal ve kabızlıkla, anemi tedavisinde, kolesterol, hepatit de başarıyla kullanıldığını görmekteyiz.
Polen dağcılık yapanlar, pilotlar, yüksek rakımlarda bulunanlar için uygun bir gıda maddesidir. Çünkü polen yüksek irtifa hastalığının semptomlarını azaltmakta ve uyumu arttırmaktadır. Polenin apiterapik kullanımından başka bir çok kullanım alanı vardır. Bambusların beslenmesinde, polen evcil hayvanların, özellikle yarış atlarının beslenmesinde ve laboratuar böceklerinin yemlerine eklenerek büyüme hızını artırmakta kullanılmaktadır.
Arılar tarafından peteklere depo edilen ve arı ekmeği olarak bilinen polen özellikle çocukların beslenmesinde kullanılmaktadır. Doğal yada yapay olarak hazırlanan arı ekmeğinin bozulmadan uzun süre saklanabilmesi özelliği de önemlidir (Krell, 1996). Kozmetik sanayiinde, deriyi yenileyici ve besleyici olarak kullanılmaktadır. Polinasyon çalışmalarında kullanım. Hava kirliliğini belirlemede: 1980 yılından bu güne kadar yapılan çalışmalar bal arıları tarafından toplanan polenlerin çevrenin hava kirliliğini yansıtan metaller, ağır metaller ve radyoaktif maddeler açısından önemli ipuçları verdiğini göstermiştir ( Free ,1983 ; Craze ,1984 ).
Polenin renk özelliği ile besin değeri arasında pozitif bir korelasyon vardır. Polen çok zengin bir besin maddesi olduğundan miktarı yavaşça artırılarak alınmalıdır. Önce yarım çay kaşığı alınarak başlanmalı ve daha sonra kademeli olarak artırılarak günde 1-2 çorba kaşığı alınmalıdır.
Arı Sütü İle Yapılan Apiterapi: Arı sütü genel olarak vücutta hücre yenilenmesi, üretimi (hücre) ve metabolizması üzerinde etkili olduğundan organizmanın bütün dokularında canlılık ve bunun sonucunda sağlık, enerji, bağışıklık ve dinçlik meydana getirir. Bu yönüyle akla gelebilecek bütün sağlık problemlerinde önemli düzeyde motivasyon sağlar. Arı sütü kalp rahatsızlıklarından kansere kadar bir çok hastalıkta vücudu güçlendirmek, bağışıklık sistemini uyarmak amacıyla kullanılmaktadır. Özellikle yoğun antibiyotik kullanan radyoterapi ve kemoterapi olan hastalarda muhtemel karaciğer ve böbrek zararlarını önlemekte, fonksiyonlarını korumaktadır.
Arı sütünün insan ve hayvanlar üzerinde etkilerini belirlemek amacıyla bir çok çalışma yapılmıştır.
Yapılan çalışmalardan bazıları şunlardır;
Japonya’da 54 farklı hastalık üzerinde yapılan uygulamalarda ortalama % 80 dolayında iyileşme belirleyen araştırıcılar bu hastalıkların bazılarının iştahsızlık, kronik hastalıklar nedeniyle vücut savunma sistemi yetersizliği, metabolizma ve beslenme bozuklukları, adet bozukluğu, sindirim sistemi rahatsızlıkları, astım, bronşit, kronik kabızlık, asabilik uykusuzluk ve karaciğer rahatsızlıkları olarak bildirmektedirler. Aynı araştırıcılar kanserde tümör oluşumunun ve büyümesinin arı sütü tarafından engellediğini de belirtmektedirler.
Çin’de yapılan başka bir denemede, deney hayvanlarına tümör oluşumuna neden olan antijen verilmiş ve iki gruba ayrılmıştır. Grubun birine arı sütü verilmiş diğerine verilmemiştir. Arı sütü almayan gruptaki bütün hayvanlar kanserden öldüğü halde arı sütü alan gruptaki hayvanlarda ölene rastlanmamıştır. Bu durum arı sütünün en azından kanser oluşumunu engelleyici etkisini kanıtlayıcı niteliktedir.
Yine Arjantin’de yapılan bir başka araştırmada tavşanlara aşırı yağ içeren diyet uygulanmış ve iki gruba ayrılarak grubun birine arısütü verilmiştir. Deney sonucunda kontrol grubunun kanındaki kolesterol düzeyi ortalama % 1,37 olarak belirlenirken arı sütü verilen grupta bu değer ortalama % 0,68 bulunmuştur. Ayrıca aynı denemede kroner damarların ve karaciğerin incelenmesi sonucu arısütü alan bu grupta önemli derecede üstünlük belirlenmiştir.
Çeşitli literatürlerde ortak olarak, arısütünün çeşitli iltihabi hastalıklarda, nefes darlığında, karaciğer yağlanmasında, eklem hastalıklarında, zayıflık ve halsizliklerde, sinirsel ve fiziksel yorgunluk hallerinde, mide bağırsak hastalıklarında, bağışıklık sisteminin güçlendirilmesinde, sinirsel ve ruhsal bozukluklarda, yaşlılık durumunda, üreme ve cinsel problemlerin giderilmesinde başarıyla kullanıldığı belirtilmektedir.
Arı sütünün çeşitli iltihabi hastalıklarda başarı ile kullanılabileceğini destekleyen bir çalışma da Bulgaristan’da yapılmıştır. 125 iltihabi hastalık üzerinde yapılan araştırmada arı sütünün organizmada immino-biyolojik aktiviteyi arttırarak hastalığın önlenebileceği sonucuna varılmıştır. Arı sütünün karaciğer yağlanmasını önleyebileceği destekleyen unsur yapısında bol miktarda asetil kolinin bulunmasıdır. Çünkü asetil kolin ile yağlanma arasında negatif korelasyon vardır. Arı sütünün 50-100 mg dozu bile total kolesterol düzeyinde % 14 lipit düzeyinde ise % 10 azalma sağlanmıştır. Ayrıca arı sütünün yüksek dozlarda kullanımı antiviral etki oluşumuna neden olduğundan gribe karşıda oldukça başarılı sonuçlar alınmıştır. Başka bir araştırıcı da arı sütünün görme bozukluklarında ve görme yeteneğini artırmada önemli derecede etkili olduğunu deneylerle belirlemiştir.
İnvitro (laboratuar) çalışmalar, arı sütünün yapısında bulunan 10 HDA ‘nın antibiyotik etkiye sahip olduğunu desteklemektedir. Bu antibiyotik etki E.coli, Salmonella, Proteus, Basillus suptillis ve Saureus mikroorganizmalarına karşı kanıtlanmıştır. Bu konuda yapılan bir çalışmada arı sütünün 0,5 mg ve 1 mg miktarları bakteri gelişimini inhibe ettiği görülmüştür. Ayrıca bazı antibiyotiklere kıyasla bakteriler üzerinde daha etkili olduğu gözlenmiştir (Mercan, 2000). Arı sütü kozmetik sanayiinde de doku ve cildi yenileyici, deriyi gerdirici, derinin yağ sekrasyonunu düzenleyici etkisi göz önünde bulundurularak kullanım alanı bulmaktadır. Yanıklarda kullanılan dermatolojik krem ve merhemlere genellikle %0.05 ile 1 oranında arı sütü katılmaktadır. Arı sütünün apiterapik etkisini inceleyen çok sayıda çalışma hayvanlar üzerinde de yapılmıştır.
– Tavşanların normal besinine arı sütünün 100-200 mg/kg (vücut ağırlığı) eklenmesi embriyo gelişimi ve fertilitenin artmasını sağlamıştır. Japon bıldırcınlarının besinlerine 0,2 gr. dondurulup kurutulmuş arı sütünün eklenmesi cinsel olgunluğa daha kısa sürede erişmelerine ve daha fazla yumurtlamalarını sağlamıştır.
– Tavuk besinlerinin her bir kilogramına 5 mg arı sütü ilavesinin yumurta verimini ve kuluçka çıkış ağırlığını artırdığı belirlenmiştir.
– Buzağıları rasyonunda (7 günlük) 0,02 gram/gün miktarında arı sütü kullanılması kontrol grubuna oranla 6 ay içerisinde % 10- 13 ağırlık kazancı sağladığı daha düşük ölüm oranı ve enfeksiyonlara karşı daha yüksek direnç oluştuğu görülmüştür.
Propolis İle Yapılan Apiterapi: Propolis, sağlık için vücut yoluyla alınması gereken 22 besini bünyesinde taşıması açısından içinde bulunduğumuz yüzyıl da keşfedilen mükemmel doğal ilaç olarak kabul edilmiş ve önem kazanmıştır. Propolis çok eski çağlarda ilk kez Yunanlılar tarafından keşfedilerek doğal bir antibiyotik olarak kullanılmıştır. Yaşadığımız yüzyılda bu değerli ürünün antibakteriyel, antifungal, antiviral özellikleri yanında antiinflamatuar, antiülser, lokal anestezik, antitümör, bağışıklık uyarıcı gibi biyolojik aktivite özelliği göstermesi; tıp,apiterapi, beslenme ve biyokozmetik alanında kullanımını yaygınlaştırmıştır.
Propolisin yapısında bulunan ve büyük önem taşıyan flavonoidler ve terpenler oldukça kuvvetli antioksidan, antisteril etkili birleşiklerdir. Özellikle flavonoidlerin kalp damar sistemi üzerine olumlu etkileri olduğu, kan dolaşımını düzenlediği, kılcal damar çatlamalarını azalttığını, mide mukozasını ülsere karşı koruduğu, mide yaralarını küçülttüğü, iç salgı sistemini düzenlediği ve halsizliğe karşı olumlu etkileri olduğu belirlenmiştir. Bir çok kaynakta propolisin düzenli ve sürekli alınması durumunda sindirim, solunum ve dolaşım sisteminde ve tüm vücuttaki hastalık etmenlerine karşı etkin bir savunma gerçekleştirildiği bildirişlerine de rastlanmaktadır. Sentetik antibiyotiklerin aksine uzun süre propolis kullanımı zararlı bakterilerde direnç oluşturmamakta, yararlı bakterileri de olumsuz etkilememektedir.
Propolis preperatların bir çok bakteri üzerine geniş spektrumlu antibiyotik özelliği gösterdiği bir çok araştırmacı tarafından kabul edilmektedir. Propolisin insanlar üzerinde olumlu etkisini gösterdiği hastalıklar; beriberi, deri ülseri, ağız yaraları, diş ağrısı, burun iltihabı, mide ülseri, böbrek bozuklukları İYE iyi huylu tümör, kist, damar sertliği, diabet, kemik erimesi, kırıkların kaynaması, sedef, sinir ucu iltihabı, sivilce, egzama, vajinal ve rahim iltihaplanması, şeker hastalığı, nefes darlığı, çeşitli yaralar, cilt kanseri, menopoz dönemi kemik erimesi, astım, bronşit, romatizmal ağrılar, tiberküloz, mikrobik rahatsızlıklar, parkinson, hemeroid, akciğer kanseri, grip, uçuklar, gastrit, oniki parmak ülseri, orta kulak iltihabı, ÜSYE, baş ağrısı, güneş yanıklığı, akne olarak sıralanabilir.
Propolisin tıbbi alanda kullanımı çok eski çağlara uzanır. Propolisin vazelinle karıştırılarak, hazırlanan merhemlerin Boer savaşları arasında kullanıldığı, yaraları iyileştirdiği belirtilmektedir. Propolis Mısır Uygarlığında ölülerin mumyalanmasında kullanılırdı. Hipokrat propolisin deri ülserlerinin ve sindirim sisteminin tedavisinde kullanıldığını söylemiştir. Anadolu’da da geleneksel olarak insanlarda ve çiftlik hayvanlarında ayak ve deri problemlerinde, yaraların iyileştirilmesinde, çıbanlarda kullanıldığı bildirilmektedir. Yapılan klinik araştırmalar sonucu çeşitli antibiyotiklerle birlikte propolis kullanıldığında sinerjik etki gösterdiği antibiyotik etkinin 10-100 kat arttığı ileri sürülmüştür.
Propolisin oldukça güçlü bir anestezik özelliği vardır ki kokayinden 10 kat daha güçlü olduğu kabul edilir. Bu nedenle Rusya’da uzun zamandır diş hekimliğinde anastezik olarak önerildiği ve kullanıldığı bilinmektedir.
Propolisin bazı kanser türlerinde kullanımı yapısındaki cynamic asit ve terpenoidlerin sitotoksik activitesi ile ilgilidir. Bu yönüyle propolis, bağırsak, böbrek, meme, burun ve pharynx kanserinde başarılı bir şekilde kullanılmaktadır. Uruguay menşeyli propolisle yapılan bir çalışmada meme kanserini yavaşlattığının bulunması bu yargıyı güçlendirmektedir ( Novatny et al, 1999). Propolisin son zamanlarda yapılan bazı çalışmalarda AIDS in neden olduğu HİV virüsüne karşı da etkileri gözlenmiştir( Harrih et a 1997) . Ancak bu konuda daha fazla araştırmaya ve delile ihtiyaç vardır. Propolis bunun dışında diş minesinin mikro sertliğini de artırabilmektedir( Grameliya et al 1999) . İnsan kullanımında güvenli doz 1,4 mg/kg vücut ağırlığı/ gün veya 70 mg/gündür (Burdock, 1998).
Arı Zehiri İle Yapılan Apiterapi: Arı zehirinin birçok rahatsızlığa iyi gelmesi nedeniyle üretimi ve tıpta kullanımı her geçen gün artmaktadır. Farmokolojik olarak arı zehiri kan dolaşımını artırıcı, bakteri öldürücü, radyasyona karşı koruyucu, tansiyon düşürücü etkileri ve bağışıklık sistemini aktive edici etkilere sahiptir.
Arı zehiri ile herhangi bir tedaviye başlamadan önce mutlaka arı zehiri alerji testi yaptırılmalıdır. Arı zehiri tedavisi, tüberküloz, bel soğukluğu, endokardit rahatsızlıklarında ve hamilelikte kullanılmamalıdır. İnsanların tedavisinde arı zehirinin toplanarak kullanımı yerine, ergin işçi arıların doğrudan hastayı iğnelemesi yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir. Bu yöntemde; arılar kovan önünden, kuluçkalık veya ballık bölümünden açılan küçük bir delikten kavanozla toplanabilirler. Toplanan 10-100 adet işçi arı, yaklaşık iki hafta şeker şurubuyla beslenir ve hasta üzerinde günlük sokma işleminde kullanılır.
Arı zehirinin eczacı veya fizik tedavi uzmanı gözetiminde, arı iğnesi hazırlanarak, enfeksiyonlu bölgeye enjekte edilebileceği gibi kremlerin, merhemlerin yapısında kullanılması da mümkündür. Tedavi süresince kesinlikle alkol alınmaması gerekmektedir. Bunun yanında süt, beyaz ekmek, dondurma, pirinç, şeker vb. beyaz yiyecekler tüketilmemelidir. Bunlara ek olarak 1000-5000 mg. C Vit., 100-300 mg., B Vit. kompleksi ve 400 IU. E Vit. alınması tavsiye edilir. Arı zehiri tedavisine en az 6 ay devam edilmesi önerilmektedir. Arı zehirinin ilaç olarak kullanımı çok eskiye dayanmaktadır. M.Ö. 2000 yıllarına ait bir papirüste arı zehrinin tedavi maksatlı kullanımının delillerine rastlanmıştır. Dr.Foster tarafından Almanya’da geliştirilen ve 1935 yılında piyasaya sürülen arı zehri etken maddeli ürün olan Forapin günümüzde de hala kullanılmaktadır. Bu gelişmelere paralel olarak 1983 yılında Amerika’da Arı Ürünleriyle Tedavi Derneği kurulmuştur ve günümüzde de çalışmalarına devam etmektedir.
Bugün için arı zehiri tedavisi Çin, Japonya, Güney Kore, Rusya, Bulgaristan, Slovakya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya, Romanya, Avusturya, Almanya, İsviçre ve Fransa’da kullanılmaktadır. Günümüzde 9 Avrupa ülkesinde arı zehiri içeren 22 farklı ürün kullanılmaktadır. Dünyada bir çok araştırmacı arı zehiri ile, özellikle köpek, kedi, at gibi hayvanlar üzerinde deneyler yapmışlar ve başarılı sonuçlar elde etmişlerdir. Özellikle arthritis(eklem iltihabı) ve romatizma, M.S., kronik ağrılar, depresyon, tümörler, böbrek problemleri, kas spazmları, göz hastalıkları, meme hastalıkları, bademcik, vajinitis, ürtiker ve prostat rahatsızlıklarında başarıyla kullanıldığı belirlenmiştir. Multiple sklerosis hastalığı bugün dünyada tıp otoritelerince tedavi edilemez hastalıklar arasında gösterilmektedir. Arı zehiri ile 1500 MS hastası üzerinde yapılan ve 6 ay süren bir çalışmada tedaviye alınan 4 değişik grupta % 30-86 arasında bir başarı elde edilmiştir. Bu sonuç MS için gelecekte umut vericidir. Arı zehirinin etkili olduğu kabul edilen MS, arthritis (eklem iltihabı) ve romatizma rahatsızlıklarından başka epilepsi( sara ), migren, Sinüzit, bazı kanser türleri, damar tıkanıklıkları, astım ve AİDS’te kullanılmakta ve başarılı sonuçlar alınabilmektedir.
Çağın vebası olarak nitelendirilen AİDS üzerinde yapılan çalışmada arı zehirinin HİV virüsünün bağışıklık sistemini çöktürücü etkisini kişinin bağışıklık sistemini güçlendirerek önce yavaşlattığı sonra da gelişimini durdurduğu ortaya konulmuştur (Tolon,B. 2002). Kanser vakalarında ise arı zehirinin merhem, tablet veya iğne yoluyla vücuda uygulanmasıyla umut verici gelişmeler kaydedildiği belirtilmektedir. Arı zehrinin etkin mekanizmalarından biride yapısındaki pek çok aktif aminoasit, mikro elementler ve protein yapıdaki melittin sayesinde bağışıklık sisteminin düzenlemesi ve beyin sinir iletimini uyarması, böylece sinir sisteminin düzenli çalışmasını sağlamasıdır.
Sonuç olarak antibiyotiklerin etkisini yitirdiği günümüzde arı ürünleri, insanları çeşitli hastalıklara karşı koruyan en iyi doğal savunma yöntemi olarak kabul edilebilir. Arı ürünlerinin tek kullanımının yanında tümünün belirli oranlarda karıştırılarak kullanımının daha yararlı olduğu ve her hangi bir sağlık probleminin çözülmesinde bir ilaç olarak tıbbi tedavi yöntemleri ile birlikte kullanılabileceği bildirilmektedir. Bu yönüyle arı ürünleri tıbbın alternatifi değil destekçisi olarak görülmelidir.
Görüldüğü üzere apiterapi nedir konusunu arıların ürünleri üzerinde uzun uzadıya açıklamaya çalıştık. Arının her ürünü için farklı yöntem ve teknikler ile nasıl yapılacağını yazmaya çalıştık. Konu hakkında sorularınız olursa aşağıdaki bulunan Yorumlar kısmında yazarak sorabilir ve görüşlerinizi paylaşabilirsiniz. Konu hakkında aşağıya paylaşmış olduğumuz videoyu mutlaka izleyiniz.